8 Şubat 2014 Cumartesi
Beldağı
Küçükken bana 'Annenin köyü mü , babanın köyü mü daha güzel?' diye sorduklarında, o mutlu çocukluk anılarının etkisiyle annemin köyünün daha güzel olduğunu söylerdim. O anıların etkisinden kurtulup, dünyaya daha özgür bir gözle bakmaya başladığımda, babamın köyünün çok daha güzel olduğunun da farkına vardım.
Bizim köy adından da anlaşıldığı üzere dağlık bir köy. Ormanla içiçe bir yaşamın olduğu, tarlaların büyüklüğünün bu sebeple birkaç dönümden öte gitmediği harika bir yer. Bir gecenizi bu köyde geçirdikten sonra, birkaç saat dahi uyusanız gayet dingin bir şekilde kalkabileceğiniz , havanın o denli temiz olduğu bir dağ köyü.
Kışın yoğun yaşandığı dönemlerde yolları hala kapanan köylerden biri Beldağı köyü.Eskiden kış mevsiminde yola çıktığımızda o korkunç dağ yolundan, tipide milim milim ilerlediğimizi hatırlar gibiyim. Ama tüm zorluklara ragmen, köye bir akşam vakti ulastiginizda, ertesi gün köyün çocuklarıyla arkadaş olup, dedenin yaptığı kizakla tepelerden kendini asagiya bırakacağını bilmek belki de en güzeliydi.Çocukluğumun belki de en özel hatırasıydı bir kış günü köy çocuklarıyla birlikte kızakla kaymak.
Eskiden köyde geceleri insanlar o küçücük köy evinin sobası yanan tek odasına toplandıklarında, konuşulanların belki de çoğunu anlamazdım. Çünkü insanların çoğu ana dillerini yani Gürcüce konuşmaktaydılar. Bir Gürcü kızı olmama rağmen bu dili anlamayan bir bendim sanırım. Yaz kış sobası yanan, en sıcak günlerde bile yorganla yatılan bu köy evinde babannemin mısırlarını toplayıp, içine beni de oturttuğu sepetten çıkan mısırları közleyip, yeşil taze nohutları yemek belki de Beldağı'na dair en keyifli anılar benim için. Bayramlarda en güzel kıyafetlerini giyen Gürcü kızların harman yerinde kurduğu dev salıncakta sallanamasam da izlemesi bile ayrı keyifti. Babamla dedemler için yakacak odun toplamak için birkaç kere ormana gitmiştik. Eşeğe binip engebeli yollardan sallana sallana gitmek, dönüşte odun yüklendiği için orman yolundan yürüyerek dönmek zorunda kalmak , dönüş yolunda buz gibi, ormanın içinden gelen sudan içmek tadı damağımda kalan izleri Beldağı'nın. Köylülerin domuzlardan korunmak için tarlalarına diktikleri korkuluklara hayretle bakarken, domuzla karşılaşma endişesini küçük yüreğimde hep hissettiğim o yollarda, babamın tüm yorgunluğuna rağmen ne kadar keyif aldığını hatırlar gibiyim. Geceleri amcam domuz avına çıkarken, babamın nasibimize düşecek bir tavşanı ilgiyle beklediği günlerdi o günler. Evin önündeki çeşmede su içen inekleri, çobanın akşam üzeri getirdiği inekleri karşılamak için heyecanla bekleyen babannemi hiç unutmayacağım.
Aslında tüm bu anlattıklarıma rağmen, bir yaşanmamışlık var içimde hep bu köye dair. Kısıtlı tatil günlerinde, şehirde biraz da kafeste büyümüş bir çocuk olarak, anılarımı çoğaltamadığım, uyum sağlayamadığım ve o küçük Gürcü çocuklarıyla arkadaş olamadığım bir gerçekti. Genişleyen hayat penceremde şimdi Beldağı'na dair çok keşkeler var içimde.
Babannemin bükülen belini, marangoz dedemin aksayan bacağına rağmen keyifle yaptığı oklavalar bir kenara, artık yatağından kalkamadığını, o eski çocukların şimdi modern kıyafetleriyle İstanbul'a çalışmaya gittiğini, ahırda ne eşek ne de ineğin kaldığını görünce eski anılarla beraber hayatın da akıp gittiğini hatırlıyorum adeta. Bayramları bahane ederekyaptığımız son köy gezisinde aynı kalan, eskiyi hatırlatan o orman suyundan içmek işte tüm bunları bir anda sıraladı zihnimde. İnsanın daha güzel başka bir köye değil de sadece bu köye bağlanması, babasının köyü olmasındandır belki de. Bir ağacı toprağa bağlayan kökler misali. Ayrılsan da kopamayacağın, senin köyün. Yaşayamasan da ilgi duyacağın toprağın.
Herşeye rağmen , bu zamana kadar gittiğim birçok köyün en güzeli diyebilirim Beldağ için. Hayatımın her döneminde uzak kalsam da unutmayacağım bir dağ köyü.. Yazamadığım ve yaşayamadığım birçok güzelliğine rağmen yol defterimin en özel köşelerinden birine koyuyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)